Thursday, December 26, 2013

Bebeğin Uykusu

Ah hangi ana baba istemez ki doğar doğmaz "hadi 1az uyu diye" yatağına bıraktığınız bebeğiniz hoop diye dalıverse ya uykuya. Ama öyle zırt diye uyumamasının daha doğrusu uyuyamamasının 1 sebebi var: ne yazık ki beyni henüz o bağlantıları yapmamış ve vücudu yorulduğunda uyuması gerektiğini henüz öğrenememiştir. Bu konudaki en güzel açıklamayı doğal ebeveynlik duayeni Sears ailesi vermiştir (http://www.askdrsears.com/topics/health-concerns/sleep-problems/8-infant-sleep-facts-every-parent-know). Yeni doğan bir bebeğin derin uykuya dalması daha uzun bir süre gerektirir ve bebeklerin uyku döngüleri insanlardan daha kısadır. Sanmayın ki bebeklerin bu uykuya dalamama veya dalsa da hemencecik uyanma özelliği size yapılan bir cezadır. Bu aslında doğanın bir armağanıdır ki bebekleriniz hayatta kalmayı sürdürebilsin. Şaka değil.

Mesela bir çok bebeğin ilk altı ayda gerçekleşen sebepsiz bebek ölümü sendromunu (SIDS: Sudden Infant Death Syndrome) duymuş ve belki siz de benim gibi geceleri ya bebeğime 1şey olursa diye psikopata bağlamış olabilirsiniz. Her 10 yılda 1 yeni 1 düzen oluşturup bebeklerin ölümünü önlemeye çalışmakta tıp dünyası. Bizler yüzükoyun yatırılmışız mesela; çünkü o zaman SIDS'in bebeklerin gece boğazına 1 şey kaçtığı için kaynaklandığı düşünülüyormuş. Sonra bebek ölümleri azalmayınca yan yatırılmaya başlanmış bebekler. Son araştırmalar SIDS'i hem genetik hem çevresel etkenlere bağlıyor. Velhasıl kelam bu talihsiz durumun bebek uyurken oksijensiz kalmasından dolayı olduğunu bulmuşlar ve bunu önlemek için de bebeği öncelikle sırt üstü yatırmanızı öneriyorlar. Bunun yanında da bebeğin yatağındaki her türlü ıvır zıvırı kaldırmanızı. Yani "Aman bebeğimin altında yumuşaklık olsun" diye bir tane altına, "Aaayy geceleyin çok soğuk oliyoo amaa" diye bir tane de üstüne yorgan koymamalısınız. Nedeni ise bu malzemelerin de karbondioksit tutması ve SIDS ihtimalini yükseltmesi. Aslında bunları bilmenin faydası çok da, ailenize açıklaması en zoru oluyor. Çünkü "Ee biz sizi öyle büyüttük, yalnış mı oldu yani? Bak size hiç bişicik olmadı" diye çıkışabilir size bir nevi alınan anneniz ya da kayınvalideniz. Tabi ki anneler her zaman haklı - anne oldum ya şimdi - bize hiç bişi olmamış ama bu çevresel faktörlerden değil de genetik olarak kendimizi koruyabilecek yapıda doğmuş olmamızdanmış (beynimizde bir hormon - tehlike anında uyarı veren - yeteri kadarmış). Gel gelelim kendi bebeğimizin de beynindeki bu hormonun yeterliliğinden emin olamayacağımız için çevresel faktörleri elimizden geldiğince kontrol etmekte fayda var. Üzerine battaniye örtmeden ve ayrıca bir diğer önemli noktada bebeği fazla ısıtmamaya özen göstererek yatıralım bebeklerimizi uykuya. Sonra da yüreğimiz ağzımıza gelmeden rahat rahat uyuyabiliriz biz de. Bebeğinizi SIDS riskine karşı korumak için şu linke de kısaca göz gezdirebilirsiniz: http://www.sidsandkids.org/wp-content/uploads/Turkish-SidsandKids-SafeSleepingFactsheet_2012.pdf 

Bebeği ilk zamanları rahatla uyutmak için kundaklamayı öneriyorlar bir de. Çünkü daha kaslarını idare etmeyi öğrenememiş bebek, gece kollarını istemsiz her oynattığında kendini uyandırıveriyor. Bu yüzden bebeği sarıp sarmalayınca daha güzel uyuyor. Hem de bir nevi annesinin karnındaki gibi büzüştüğünden bebek de kendini daha güvende hissediyor. Bu tekniği bulan, daha doğrusu ABD'de yaygınlaştıran Dr. Harvey Karp bununla beraber toplam 4 taktik daha öneriyor The Happiest Baby On the Block kitabında: bebeği kundaklamak, hafifçe sallamak, şşş sesi çıkarmak, ve emmesini sağlamak. Bütün bunların hepsi aslında bebeğe anne karnındaki deneyiminin benzerini yaşatabilmek için. Özellikle ilk 3 ay. Ben baya bir faydasını gördüm. Şöyle siz de bir göz atmak isterseniz: http://www.happiestbaby.com

Bu kundaklama işi için bir düzeltme yapmak lazım yalnız. Bizim bildiğimiz usül kundaklamadan farklı olarak bebeğin kalçasını sıkıp, bacaklarını dümdüz uzatmayın. Aksine bebeğin bacakları kurbağa gibi yana düşük, yani doğal duruşunda olmalıymış Dr. Sears'e göre (bkz. The Baby Book). Bu da bebekte kalça çıkığı olmaması için. Bunu kendiniz bebeğin bacaklarını çok sıkmayarak yapabilirsiniz ya da eğer uygun fiyatlı bulursanız hazır kundaklardan alabilirsiniz. Bu hazır kundakların genelde alt kısmı çuval gibi oluyor ve bebeğin bacaklarını sarmalamıyor; daha ziyade kollarının hareketini kısıtlıyor. Tabi aynı zamanda da bebeğinize bir kat örtü oluyor. İşte aşağıdaki fotoğraftaki gibi bir şey:



Bence bebeğin uykusu için yapacağınız en önemli şey ise ağladığında hemen gidebileceğiniz bir yerde yatırmanız. Ama tam anlamıyla "hemen": bu da sizinle aynı odada demek. Aynı yatakta yatırmak ya da karyolasını sizin yatağınıza bitiştirmek en kolayı. Ben aynı yatakta yatmaya korktuğumdan - olur ha gece dönüverip Akrep Nalan gibi eziveririm bebeğimi diye - karyolasını yatağımıza yapıştırdım. Gece bebeğimin ağlamasına kalmadan onu hemen sakinleştirip, emzirip, tekrar uykuya dalmasını kolaylıkla sağlayabiliyorum. Bu aynı zamanda da doğal ebeveynlikte de önerilen bir yöntem. 

Ben aynı odada yatmak acaba faydalı olacak mı derken dün biriyle tanıştım. Üniversite çağlarında oğluyla beraber gelmişti yemeğe bu bey. Konu çocuk büyütmeye geldi illa ki - kucağımızda sürekli salladığımız bir bebek olunca. Onlar da bebekken oğullarıyla aynı yatakta yatarlarmış. Ve hatta baya uzun süre oğlanı kendi yatağına geçirememişler. "Ama çocukluktaki, bebeklikteki bu bağımlılıkları ilerisi için hiç bir şeyin göstergesi değil; sanıldığının aksine şimdi bizim oğlan kendine güvenli bizden bağımsız ayakları üzerinde duran bir birey" dedi. Yüreğime su serpildi. Demek bu doğal ebeveynlik denen meret işe yarıyormuş. Yani bir ana kuzusu olmuyor çocuğunuz; özgüvenli, bağımsız, ana babasıyla güven esasına dayanan bir ilişkisi oluyor bu çocukların - tıpkı Dr. Sears'in dediği gibi. Beraber yatmanızın temelinde de bebeğinizin size gündüz olduğu kadar gece de ebeveynlik yapmanıza ihtiyacı olduğunu kabul etmeniz yatmaktadır. 

Bunun yanında sabah uyanıp emzirdikten sonra bebeğimle beraber tekrar uykuya yatıyorum. Her anne babanın verdiği altın değerindeki öneridir bu. Ancak öyle dinlenebiliyorsunuz. Pek bebeğin uykusuyla ilgili değil bu önerim; sadece sizin biraz olsun dinlenip kendinize gelmeniz için. Evet itiraf ediyorum: ben o bir kaç saatlik uykumu bebeğimle aynı yatakta geçiriyorum. Bu paylaşımın en güzel tarafı da bebeğinizi koklayarak uyuyup, bebeğiniz gözlerini açtığında da size gülümsemesiyle uyanmanızdır. Size güvenmekten duyduğu mutluluğu uyurken de paylaşmış olduğunuzu anlarsınız o büyülü anda. Ayyy içim bir kıpraştı; iyisi mi ben şimdi de şekerleme uykusuna yatayım bebeğimle. Hadi bize iyi uykular...

Haaaaa bir de unutmadan: aklınızda bulunsun "Hah tamam uyudu diye" bebeğinizi yatağına koyup kaçmak için acele etmeyin; en azından 20dk. alıyor bebeklerin derin uykuya dalması. Derin uykuya daldılar mı diye kontrol etmenin bir yolu yine Dr. Sears'in limp-limb testi. Yani kolunu tutup bıraktığınızda pıt diye yanına düşüverecek ve bebeğiniz hiç bu sırada irkilmeyecek ve tosur tosur uyumaya devam edecek. Hadi size kolay gele; bize de tekrardan iyi uykular. 

Thursday, December 5, 2013

Bezsiz Bebeğin Yanetkileri

Günlük yazılarımdan pek 1 azimli, idealist ve başarılı 1anne gibi gözükebilirim. Gelin görün ki her annenin de deneyimlediği gibi deneysel 1 idealizm bendeki de. Her 1 başlık haftalarca yaşanmış deneme yanılmaların, 1 nevi toptan yanlışların 1 özeti. Hepsinde 1001 komik durumlara düşüyorum. Ama şu ana kadar bunların en komiklerini bezsiz bebek uygulamasıyla yaşadım- tabiki de! Herhalde en abes olan - ya da pek az insanın yaptığı o da ondan. 

Çok bilirim tuvalete koşa koşa bebeği götürüp, tam altını açıp "işte başardıııım" derken, yalnış yere nişan aldığımı ayağıma gelen sulu sepken karışık 1şeyin gelişiyle  anladığımı. Üstelik 1 gün arka arkaya becerdiğimde oldu. Önce kakasını yalnış nişan alıp üstümü batırdıktan sonra bebeğin poposunu güzelce yıkadım. Kurulamak için bebekle beraber arkamdaki askıda asılı duran havluya döndüğüm sırada hoooop yerlere işiyiverdi bizim bebek. 1 keresinde de lazımlığa isabet ettirememiştik. Neyse çok b.ktan oldu bu muhabbet. Sonuçta baya 1 sefer ıskaladık yani.

Bezsiz bebek için 1 de kumaş bez kullanmayı öneriyor Andrea Olson. Bu sayede bebek, çişi ve kakasıyla ilgili neden sonuç ilişkisini daha çabuk öğreniyormuş. Yani yeni doğan ve henüz gelişmekte olan bebeğin beynindeki muhasebe şöyle: "Aaayyy çok fena 1 baskı var şuramda. Anaaam!!! Napçem şimdi?? Ağlayayım, bağırayım çağırayım da şu benimle bağıra çağıra konuşan kadın gelsin; belki onun bildiği 1 şey vardır. Anaaaam!!! Bu karı da 1 boktan anlamıyormuşşş!! Ayyy dayanamayacağım galibaaaa. Eyvah n'apıcam, naaapıcam??? Ayy, ayy, ayy!! Kaçtı kaçtı kaçtı... Noldu lan? O suyu kim döktü üstüme!!" Ve bilmem kaç kere tekrar. İşte böyle böyle bebek çişi kendisinin yaptığının, tutarsa faydasının kendine olduğunun farkına varıyormuş. Neyse ben de uydum Andrea Olson'a kumaş bez kullanmaya başladım. Kılavuzu karga olanın burnu b.ktan çıkmazmış derler ya benimkisi tam anlamıyla o usül. Her gün yakalayamadığım kakaları kumaş bezden çıkaracağım diye günde 3 fasıl elde yıkıyorum bu bezleri. Ellerim soğuk sudan çıkmadığından pamukluktan zımpara kağıdı sınıfına düştü. 

Bezsiz bebeğin diğer komedisi de misafirliklerde yaşanıyor. Hani misafir gittiğiniz eve zaten sürekli bızıldayan 1 kaç aylık bebeğinizi götürmüşsünüz, 1 de üstüne kakası geldi mi bas bas bağırıyor bebeğiniz. İşin acıklısı, siz annesi olarak biliyorsunuz ki zavallıcığın tuvalete gitmesi lazım. Hangi kaşla göz arası tuvalete gidebilirim bebekle diye göz ucuyla ve suratınızda pis 1 iş üstünde olduğunuzu gün gibi ortaya çıkaran 1 sırıtmayla ev sahibinizin boş 1 anını bekliyorsunuz. Derken sohbetiniz bebeğin kaka konçertosuyla bölünüyor. Misafirperver ev sahibiniz de bebeğin altını herhangi 1 yerde değiştirebileceğinizi söylüyor. Ama olan olmuştur tabi artık: kaka ve ideal anne maçında ve yine kaka 1-0 öne geçmiştir!!

Böyle işte gel zaman git zaman, çiştir kakadır derken geçiyor zaman. Ya da daha doğrusu sizin ideal anne olma çabalarınızla ve kendi halinize gülmenizle. Ya da böyle ulu orta yazarsanız işte, herkesin de size gülmesiyle. Gülün gülün, ben görürüm sonra sizi. Hah hah ha!! 

Bezsiz Bebek veya Bebek Hijyeni

Şimdi bu anlatacaklarım 1 kısmınıza gereksiz diğer kısmınıza da heyecan verici gelebilir çünkü bezsiz bebek kavramını ya sevip hastası oluyorsun ya da "mümkünse ben almayayım" tribine giriyorsun. Bezsiz değil bebeğiniz ama, bebeğinizi 1 gün (ve mümkünse geleneksel tuvalet eğitiminin verildiği yaştan daha erken bir yaşta) bezden kurtarabilmek amacıyla yaptığınız 1 uğraş bezsiz bebek. Bu uygulama bebeklerin, diğer hayvanlar gibi, "yediği çanağa s.çmama" prensibine dayalı. Evet evet 1az karmaşık aslında tanımlaması; anlatması daha kolay. 

Bebekler doğdukları andan itibaren içgüdüsel olarak kendi üzerilerine çiş veya kaka yapmak istemezler ve fakat bunu ne anlatabildikleri gibi, diğer hayvanlar gibi kalkıp başka yere giderek de gideremezler. Misal barınaktan alınan yavru kediler daha 2 aylık bile değilken kumlarına tuvaletlerini yapmayı ögrenmişlerdir ve her seferinde tuvalet için tıpış tıpış oraya giderler. Yazık ki insan yavrusu doğduğundan sonra baya uzunca 1 süre daha vücudundaki herhangi 1 kasa hükmedemediği için tuvaleti gelince ağlayarak ebeveynlerine ihtiyaçlarını haber vermeye çalışırlar. Ama gelin görün ki biz modern zaman anne ve babalarına afedersiniz ama "davul zurna az!" Bizler bebeklerimizin bu yüzden ağladıklarını anlayacağımız sezgiyi de rafa kaldırdığımızdan, bas bas bağıran bebeğimizin neye ağladığını çözemeyip, bebeği sakinleştirmeye çalışırız. İşte bu sırada yana yakıla tuvalete götürülmek istenen bebeğimizi de üstüne işemesinin sorun olmadığını telkin ediyormuşuz istemsiz de olsa. Gelin görün ki beze işemeye alıştırılan bebeğimizi 3 sene sonra da tuvalet eğitimi sırasında "vay niye şimdi bezine işiyorsun" diye yıllardır oturmuş alışkanlığından vazgeçirmeye çalışıyormuşuz. Vay halimize!!

Peki bezsiz bebek bu ikilemde ne işe yarıyor? En başından bebeğin üzerine tuvaletini yapmama isteğine saygı gösterip, bebeğin tuvalet kullanımına geçişini kolaylaştırmaya. Bezsiz bebek 1 nevi 1 tuvalet eğitimi ama bebeği değil kendinizi eğittiğiniz 1 yöntem. "O da ne demek?" Şöyle ki bebeğinizin ağladığı zamanların 1 kısmının tuvalet ihtiyacı olduğunu aklınızda tutarak, ara ara onu tuvalete götürüyorsunuz. Hani kapıdan çıkmadan çocuklara salık verilen "Sen yine de çişin var mı diye 1 bak" sözünü 1 nevi harekete döküyorsunuz. Bebeğinizi araba koltuğundan çıkardığınızda, uykusundan uyandığında, çığlık çığlık ağladığında tuvalete tutuyorsunuz. Hepsinde olmasa da büyük 1 kısmında da tuvaletini yapıyor bebiş. O sırada da siz de 1 sesle eşlik ediyorsunuz bebeğe çiş için "şırrrr" kaka için "ıııhhh" gibi. Bu sayede bebeğiniz de sesle tuvalet işlevini bağdaştırıyor. Zamanla tuvaletini tutan bebeğiniz de siz altını açıp bu sesleri çıkardığınızda yapıyor çişini kakasını. Aman durun hemen heyecanlanmayın. Zamanla dediğim de 1.5-2 sene filan alıyor. 

"Ay bu ne zahmet yaaa, hem de 2 sene sonrasında meyvesini yemek için bu kadar eziyete mi girilir?" diyebilirsiniz. Kimilerimize göre evet. Çünkü en başından bebeğinizin hijyeni için (adından da anlaşılcağı üzere). Mesela orasına burasına kaka sürülmeyen kız bebeğiniz idrar yolları enfeksiyonuna yakalanmayabilir bu sayede. Bunun yanında da bebeğiniz erken yaşta bez derdinden kurtulur. 1de pek inanası gelmiyor ama insanın 1 diğer faydası da bebeğinizle iletişiminizin artması. 

"Bu çok zor işmiş, sadece ev hanımlarına göre" diye düşünmeyin; akşamları ya da sadece hafta sonları bile uygulayabilirsiniz. Öğrenme süreci uzun ama keyifli 1 uğraş bu. Mesela bebeğinizi emzirirken bir anda kıvrım kıvrım kıvrılmaya başladığında, "noldu niye memeyi bıraktın ne derdin var ki?" diye bebeğinize sorduğunuz sırada, o size ciddiyetle bakarak gayri ciddiyetsiz 1 şekilde "zaaaart" diye ossurur ve ardından "foşşurt" diye cıvık mıvık dolduruverir kakayı bezine. Ama böyle böyle 1-2 yaptıktan sonra, siz de öğreniyorsunuz ki bebeğinizi şimdi tuvalete götürmenin tam zamanı!

Bezsiz bebek uygulamasında kakayı tahmin etmeniz daha kolay oluyor. Çiş ise tam bir 9a9luk bulmaca. Yedikten sonra ne zaman çişini yaptığını bulduğunuz gün işler 1az daha rahatlayabilir. Ama tam da "Bebeğimi hah şimdi öğrendim" dediğiniz sırada, bu yaramaz yavrucak o işaretleri vermekten vazgeçebilir veya gelişiyor olduğundan ya da o anda eğlenceli 1şeye odaklandığından size "haydi ben işiyooooruuum" işaretini o seferlik vermeyebilir. İşte bu yüzden bezsiz hale gelmesi bebeğinizin 1.5-2 sene sürebilir. 

Bezsiz bebeğin en temel kuralı zorlayıcı ya da ödüllendirici olmayışıdır. En nihayetinde biz tuvalete gittiğimizde belediye bandosu gelip kapımızda çalmıyor. Ya da tuvaletin kapısını açtığımızda konu komşu sıraya dizilmiş beklemiyor: elimizi sıkıp, tebrik edip, üzerimize para iğnelemiyorlar - hayret! Bebeğin içinden geldiği ve doğal olan 1 şeyi doğallığına bırakmak gerekiyor yani. 

Bezsiz bebeğe başlamak için herhangi 1 zamanı beklemeniz gerekmez. Ama Andrea Olson'a göre 4 aydan önce başlamak en verimlisi. Ben 40 günlükken ilk denememi yaptım. 40 yılda 1 bile olsa insan kaka zamanını yakalayınca sevindirik oluyor. Aşağıdaki fotoğraf da bu ilk heyecanımın belgelendiği andır. 


Daha ıncığı cıncığı çok; benden burdan anlatması bu kadar. "Ben bu işi çok beğendim ama gözlerimle görmeden inanmam, ben de 1 deneyeyim" diyorsunuzdur umarım şu an. Öyleyse size 2 kaynak öneriyorum: Andrea Olson EC Simplified kitabı (http://ecsimplified.com adresinden satın alabilirsiniz) ve http://www.diaperfreebaby.org (bedava sirke baldan tatlıdır derseniz). 

Haydi size bol kakalı çişli günler. 

Wednesday, November 27, 2013

Bebeğinizi Üstünüze Giyiverin

Doğal ebeveynlik duayeni Sears ailesi bebeğinizi üstünüze giymeyi salık veriyor. Bu sayede bebekle olan ilişkinizin güçlenmesinin yanı sıra, bebeğinize sürekli dokunduğunuz için büyümesine de yardımcı olacağınızı belirtiyorlar (kısaca konu hakkında kulak dolgunluğu edineyim diyorsanız "Doğal Ebeveynlik" adlı yazıma bakabilirsiniz; yok ben de bu konuda enine boyuna okuyacağım derseniz yine aynı yazımda bilgilendiğim kaynakları da listeliyorum). "Nedir kuzum bu üstüne giyme geyiği?" diyorsunuz şu an tahmin ediyim. Kucağınızda taşırken bebeği elleriniz malum bebekle dolu olduğundan gündelik işleri yapamazsınız ama bebeğinizi giyerseniz elleriniz kabbaaak gibi açığa çıkar ve siz de 5 kilo yükle iş yapmaya çalışırsınız - evet bu iş bana da pek akıl karı gözükmedi 1den.

"Nasıl bir şekil giyiyoruz bebeği, kıyafet mi be bu?" derseniz, cevabı kolay. Fiziksel olarak bir nevi çanta veya şal gibi giyiyorsunuz. Sırtınıza veya önünüze takıveriyorsunuz yavrucuğu. Üstelik bebeği büyütmenize de gerek yok. Ben bizim ufaklığı henüz 4 günlükken koymuştum 1 tanesinin içine, başlamıştım öyle etrafta dolanmaya. Bu işin tabi çeşidi çok: şal gibi üzerinize sardığınız, çaprazlama çanta gibi boynunuza astığınız, veya hem önünüze hem arkanıza asabildiğiniz sırt çantası gibi olanları var. Bunların da büyük çoğunluğunda bebeğin yüzü size dönük veya sırtı size dönük olabilir. Neyse, böyle kelimelerle anlatmak zor oldu. Bakın aşağıya size anlatmanın kolayını buldum. 


Bebeğinizi üstünüze giymenin, ona dokunarak büyümesine ve beyin gelişimine yardımcı olmanız dışında başka faydaları da var. Öncelikle bebeğinizin ihtiyaçlarıyla ilgili size verdiği işaretleri çabuk öğrenebiliyor ve zamanla bunlara daha çabuk karşılık verebiliyorsunuz (misal: bezsiz bebek, ama onu anlatması 1 başka yazıya artık). Bunun yanında gündüz bu şekilde taşınan bebek gece daha huzurlu oluyor ve daha kolay uyuyor. Her şeyin olduğu gibi bunun da dezavantajı var tabi: bebek size yapışık yaşamaya alışıyor çünkü bu işten çok keyif alıyor - ama en çok keyfi siz alıyorsunuz tabiki de: çünkü ne zaman isteseniz bebeğinizi öpüp koklayıp rahatça kollarınız arasında sıkıştırabiliyorsunuz. Eeee size böyle alıştığı için bebek yatağına bırakıp da koyamıyorsunuz bebeği. Bu değil tabi dezavantaj. Bebeğiniz gittikçe ağarlaştığı için boynunuzda yavaş yavaş 1 nevi külçe taşıyorsunuz. Ama bununda çaresi var: bebek büyüdükçe bebeği taşıdığınız çantayı/giysiyi değiştirebilir veya bebeği taşıdığınız şekli değiştirebilirsiniz. Özellikle büyük bebekler için Ergo Baby Carrier'in daha iyi olduğunu önerdi bir arkadaşım, aklınızda bulunsun. 

Bu bebek taşıyıcılarının olası komedilere açıklığı da bebeğinizin gönlü olsun diye onu taşırken yapabileceklerinizde. Hayal gücünüze bırakıyorum! Ben bu şekilde bebeğimi uyutmak için ilk ay evin içinde masanın etrafında koşar adım yürüyordum; ancak yürüme ritmindeki bir sallantıyla uykuya dalıyordu bizim yavrucak da o yüzden. Tabi üzerinizde 3 kilo başlayıp yavaş yavaş 5 kiloya yaklaşan 1 ağırlıkla her akşam yarım saat 45 dk. koşarsanız değme spor merkezlerine, koşu bantlarına taş çıkartıyorsunuz: hamilelikte aldığım 15 kilonun 10unu ilk 6 haftada kaybetmemin sebebi bu spor rutinimde, üstelik lohusayım diye annemin yaptığı börek çöreklere rağmen. 

Bebeğinizi giyerken aman dikkatli olun kuzum; öyle harala gürele gaza gelip de bebeğinizi 1 çaputla üzerinize bağlamayın hemen. Aldığınız ürünün kullanma klavuzunda yazar ama siz yine de dikkat edin: bebeğinizin solunumu için burnu kapanmasın ve çenesi vücuduna değmesin, her 2 durumda da nefes alamaz Allah korusun. Bu ve daha fazlası için siz şu linke de bakıverin: http://babywearinginternational.org/pages/safety.php

Tuesday, November 26, 2013

Doğal Ebeveynlik (Attachment Parenting)

Yazık ki kavram ingilizceden çevrilirken heba olmuş. Doğal ebeveynlik başlığı ürkütücü bence. Doğal ne demek? Kime göre doğal? Herkesin içinden geldiği gibi bir ebeveynlik geliyor benim aklıma. O da eşittir annenizden babanızdan gördüğünüz gibi demek. Hayır biliyorum, eninde sonunda, istesek de istemesek de, 1gün bizler de kendi ana babalarımıza benzediğimizi farkedeceğiz. Bunda kötü 1 şey yok aslında ama her ana babanın da mükemmel olduğunu düşünmek 1az hastalıklı 1 bakış açışı gibi. O zaman bu doğal ebeveynlik başlığı ne yazık ki bana "Olduğunuz gibi doğal olun, en iyisi sizsiniz; kendini beğenmiş, kendiniz gibi 1 nesil yetiştirin" diyor. Yani gerçi iyi 1 niyet de var bu başlıkta ama ne yazık ki tam anlamıyla çeviri kurbanı olmuş. 

Biz gelelim bu ebeveynliğin gerçekten nasıl 1 şey olduğunu incelemeye. Attachment yani bağlanmak bebeğin doğduğu zaman kendinden başka bir insanla olan ilişkisi kısaca (bkz. Brain Rules, John Medina). Bunun farklı farklı aşamaları var ve attachment parenting (AP) secure attachment yani güvenli bir bağlanmayı hedefleyen ebeveynlik biçimidir (bkz. Beyond the Sling, Mayim Bialik). AP'nin en çok tanınan isimleri olan Sears ailesi de bu ebeveynliği bebeğe ve onun kendi ihtiyaçlarını size anlatabileceğine inananarak, mümkün mertebe bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak olarak tanımlıyor (bkz. Attachment Parenting, William Sears and Martha Sears). Kendini bu ebeveynliğin yayılmasına adayan karı koca 7 temel ilke sunuyorlar: doğumla ilgili kendini eğitmek, bebek ağladığında bir nedeni olduğuna inanmak, bebeği anne sütüyle emzirmek, bebeği üzerinize giymek (yani Türk usul düşünürsek onu kucağa alıştırmak), bebeğinizle beraber uyumak (bu aynı odada uyumak anlamına da gelebilir veya yatağınızda beraber uyumak anlamına da), hayatınızda denge sağlamak, ve bebek eğiticilerinden uzak durmak. Bunların her biri teker teker uzun uzadıya açıklanabilir tabi ama bence siz onun için benim dediğime kanmayın ve kendiniz okuyun (http://www.askdrsears.com/topics/parenting/attachment-parenting/what-ap-7-baby-bs). Burdaki amaç bebeğin sizi manipüle edemeyecek kadar küçük olduğunu anlamak ve ağlamasının 1 sebebi olduğunu kabul etmek. Evet, mesela bebek gerçekten kucağınıza aldığınızda susuyor olabilir; ya da "iyi alıştı bu da yaaa kucağa" diye sizin kollarınıza kıran girmiş, kaslarınız zonk zonk atıyor olabilir. Ama yapılan bir çok araştırma gösteriyor ki bebeklerin kucağa alınmak istemesi de ihtiyaçlarından birisidir (yine bkz. Medina ve Sears ailesi). Çünkü bebekler dokunmayla büyüme hormonu salgılar ve beyinleri gelişirmiş. Yani bebeğinizi kucağınıza alıştırmaktan korkmayın demek istiyorlar. 

Bunun yanında AP International da 8 temel ilke sunuyor bu ebeveynlik için. Sears ailesine benzer ilkeler ama dilini daha özenli seçmiştir bence. Bu sayede AP bir formül gibi değil de uygulamak isteyen herkese yardımcı olacak şekilde tanımlanmıştır. Mesela bebeğinizi emzirin demez de bebeğinizi sevgi ve saygıyla besleyin der. Buna ek olarak diğer ilkeleri de sevecen dokunuş, güvenli uyku, sürekli sevgiyle ilgi, positif disiplin, ve kişisel ve aile zamanında dengedir (http://www.attachmentparenting.org/principles/principles.php). Aslında okuyunca mantıklı gelir bütün bu ilkeler. Sanırsam çevirmenin de bu ebeveynliği "doğal" olarak tanımlamasındaki çaba da burdan kaynaklanmaktadır. Peki her şey bu kadar mantık çerçevesine uygun da niye böyle 1 ebeveynlik üzerine kitaplar yazılıyor dersiniz? Hepimiz çok sevmiyor muyuz zaten bebeğimizi, öpüp koklamıyor muyuz? Ne gerek vardı ki şimdi buna 1 isim koymaya, üzerine makaleler, kitaplar yazmaya?

Aslında bütün bu ilkelerin sebebi farkında olmadan etrafımıza işlemiş, yaygınlaşmış, garipsemeyeceğimiz kimi ebeveynlik alışkanlıklarının bebek gelişimi için pek de faydalı olmadığını göstermek için var. Mesela: "koy yatağına uyur o kendi,""aman her ağladığında kucağına alma canım sen de," "bebekler ağlar işte öyle hep, sen napabilirsin ki?" AP bu farketmediğimiz yerleşik düşüncelerin değişebilmesi umuduyla tek tek anlatmış bence neden bebeğinizi yatağına koyup gitmemenizin daha iyi olacağını. Ya da neden bebeğinizi kucağa alıştırmanın aslında 1 zararı olmadığını. Her ağladığında çare olamıyorsunuz tabi bebeğinizin ağlamasına; ama yüreğinizi katılaştırmayın bebeğinize karşı diyor AP. Ağlıyorsa bir ihtiyacı vardır; bebeğinizin beyni daha sizi manipüle edemeyecek kadar saftır hala. 

Tabi bu ebeveynliğin tam karşıtı da var. Ve 2si kafa kafaya çatışıyorlar bebeğin nasıl yetiştirilmesi gerektiği konusunda. 1az da sidik yarıştıyorlar illa ki "bizim bebegimiz daha akıllı, daha özgür, daha bilinçli, daha anlayışlı, daha bıdı bıdı" diye. Bunun cevabını bilmek imkansız -- elimizde ikizlerinden 1ini öyle 1ini böyle yetiştirmek için denek olmak isteyen anne yoksa tabi. Benim de bebeğim henüz çok küçük olduğundan ben de atıp tutamam "Benim bebeğim aya gidip de döndü yaaa" diye. Sadece içgüdüsel olarak bebeğinize güvenmek (onda bir art niyet aramamak - 1 derdi yoksa niye ağlasın ki yavrucak diye imdadına koşmak) karşılıklı güven hissi yaratır gibi geliyor bana. İnşallah bebeğinizle daha uzun uzuuuuun yıllar var önünüzde, bu ilişkinize güven duygusuyla başlamayı yeğlemez miydiniz? O zaman AP'yi okuyun 1az, bakalım size de hitap edecek mi?

Saturday, November 23, 2013

Tadundan Yenmeyen Bebek Balayı

Gittikçe kolaylaşıyor bebeğe bakmak demişti herkes bebek ilk doğduğu zamanlar. Karşılıklı öğreniyorsunuz birbirinizin huyunu suyunu. Hem de anne karnından dışarıya çıkan bebek tam 1 sudan çıkmış balık olduğundan ancak öğreniyor gündüzle geceyi, acıkırsa emmesi gerektiğini, vücudundan kaka çiş gibi 1 nevi şeylerin çıktığını, vs., vs. Bu balayı pek datlu değil o yüzden: uykusuzluk, gündüzle gecenin tamamen karışması, bebeğe bakmaktan yemek yiyememek, dişleri fırçalamadan yatmak veya daha fenası sızmak falan filan. Bir çözümü var elbet: eski çağlara gidip bebeğe bütün aşiret bir arada bakmak. Tamam tamam o kadar olmasa da her kim varsa etrafınızda yardım istemek. 

Bebek büyütmek sadece anneyle babanın tek başına yapabileceği 1 aktivite değil. Biriniz emzirirken öbürünüz yemek yapsa da yine de işe yetişemiyorsunuz. Ananız dananız, kaynananız, ablanız, halanız, dayınız her kim size yardıma gelmek isterse kollarınızı açınız. Bu zamanda böyle bir fedekarlık yapacak olan eşinizi dostunuzu da yıllarca bağrınıza basınız bence. Hiç değilse bebeğinizi öpmeye koklamaya bile geliyorlarsa gelsinler; en azından siz 1-2 saat bebeği kucağınızda taşımadan, aklınız onda kalmadan doğru dürüst oturarak 1 şeyler yersiniz. 

Bebeğinizi kimselerden kıskanmayın. Zaten her halikarde en çok annesini ve babasını tanıyıp sevecektir. Sonrasında da bütün insanlığı sevse n'olur ki, daha ne ister ki insan? Bir de çocuğunuzu her görmeye gelen onun için değişik bir bilgi kaynağı olacaktır ve onun beynindeki sosyal iletişimle ilgili kısmı geliştirecektir. Demem o ki ilk zamanlar bebeğinizi görmeye gelenlere, size yardım eli uzatanlara şükran duyun ve bunu onlara gösterin; aşiret çocuk bakımı 101e hoşgeldiniz. 

Bebeğin 40ı çıkmadan pek 1 düzen ummayın. İstediği saat uyur, uyanır, emer, s.çar; istediği gibi takılır bebek anlayacağınız. 40ından sonra da yine bir saate oturtamazsınız onu. O ne zaman isterse o zaman emer, aksine zorlamayın; bebekten daha mı iyi bileceksiniz onun ne zaman aç olduğunu? Hem son zamanda yapılan araştırmalara göre istediği zaman beslenen (ve özellikle anne sütüyle beslenen) bebeklerde obezite ihtimali daha az oluyormuş. O yüzden diretmeyin de yavrucak ne zaman isterse o zaman yesin. Zaten emin olun acıkınca ağlayan ya da 1 nevi anıran 1 bebeği pek de bekletemiyorsunuz. Gerçi emzirmek için de ağlamasını beklememek daha doğruymuş (eğer emzirme dersine giderseniz veya 1 kitap okursanız daha detaylı bilgi edinebilirsiniz). Bebek ellerini ağzına götürdüğünde, kafasını sağdan sola soldan sağa (1 nevi yana yakıla) çevirip meme aradığında, ya da dudaklarını emmeye başladığında acıkmış/susamıştır zavallım. İşte memeyi ağzına tıkıştırmanın tam vaktidir. 

Bu ilk zamanlara dair okuduğum en iyi öneri doğal ebevynlik duayeni Dr. Sears'dan: 40ına kadar bebeği mümkün mertebe ağlatmayın; bebeğin ihtiyaçlarını olabildiğince çabuk şekilde gidermeye çalışın ("Doğal ebevynlik de ne yahu? Ha 1e 1 şeyler çıkartıyorsun sen de!" diyorsanız, onu 1 sonraki yazımda anlatacağım). Bu ilk zamanda ihtiyaçlarının karşılanacağına inanan bebek daha sonra daha az ağlarmış, öyle diyor 1 bilen Doktor. Gerçi bu 1az doğal süreçten de kaynaklanıyor olabilir; yani zaten bebek 1az daha büyüdükçe kendiliğinden daha az ağlıyor da olabilir, bilemiyorum o kadarını. Neyse denemeye değer bence, en azından "1 umuttur yaşamak."

Bebeğin 40ından sonra 1az daha kolay hayat. Değişmeyen tek şey var: ondan sonra da dünyanın en güzel şeyi yine sizin bebeğiniz. Eh ondan sonra iş yükü aynı: öp kokla bebeği filan. Zoooor çok zor hayat canııım; kim doyacak ki o kadar öpmeyle bebeğine!

Friday, November 22, 2013

Emzirme Öğrenilen 1 İçgüdü

Sanıyormusunuz
 ki doğumdan sonra bir Artemis olarak Dünya'ya geldiğinizi anlayacak, memelerinizden şakır şukur sütler akacak ve siz yeni doğmuş bebeğinizi bu sütle değil emzirmek 1 de üstüne yıkayacaksınız. Hangi bilim-kurgu filminde izlediniz siz kuzum bu kurmacayı? Hadi gelin şimdi sizinle gerçek emzirme hikayesine başlayalım.

Doğumdan hemen sonra afedersiniz 1az yandan yemiş oluyorsunuz. Yorgunluktan sızmıştım ben. Tabi bebeğin enik inceliğindeki ağlama çığlıklarıyla uyandım. Süper inek ruhlu olduğumdan (ve size de tekrar tekrar şiddetle önerimi tekrar ediyorum: siz de emzirmeyi ders gibi çalışın ya kitap okuyun ya da 1 kursa kaydolun) doğumdan önce kitaplar mı okumadım, kurslara mı gitmedim. "Ammmaaan bunun da dersi mi oluyormuş canım. Seçil sen de bir enteresansın" diyenlere: memenizi harala gürele bebeğinizin ağzına soktuğunuzda selamlarımı yolluyorum. Neyse! Şimdi bu inek ruhumla emzirmeye hazır 1 şekilde bebeği aldım kollarıma, ağzına da mememi sıkıştırmaya çalışıyorum afedersiniz. Olmuyor! Niyesini de anlamıyorum. Bizimki uyuduğundan mı ben bebeği doğru mu tutamıyorum, nedir? Neyse, şekerle un karışmıyor, 1 helva olmuyor anlayacağınız; "şekerin var mı?" ... "unun var mı?" Var da hacı, neden olmuyor?? Moral bozmaya gerek yok; 1sürü sebepten olabilir. Mesela meme ucunuz bebeğin tutacağı kadar dışarı çıkık olmayabilir. Hele 1 de bebek 1 az emdikten sonra, memeler olur da 3üz 5iz doğurduysanız diye 1den 5bebeği besleyecek kadar süt üretiyor ve sizin de  memenizin ucunu iç etmiş olursa. En azından ben bu dertten muzdarip oldum. Hastanede allahtan emzirme üzerine deneyimli hemşire gelip durumu açıkladı ve memeyi bebeğin bu şekilde tutamayacağını öğrendim. Memenin ucuna takmak için 1 plastik aparat verdi. Ancak bu aparatla emebildi bizim kız; en azından ilk 1 hafta filan. 

Hastanede, doğumdan sonra, yapmanız gereken en önemli şey emzirmeyi ertelememek. Göğsünüzde hamilelik boyunca oluşmuş ağız denen ilk sütü 1an önce bebeğinize emzirmeye bakın. Ziyarete gelenlerle ilgileneceğim ya da az 1az dinlenip kendime geleceğim diye vakit kaybetmeyin sakın. Çünkü bu süt bebeğin bağırsaklarında birikmiş 1 çeşit kakanın hemen çıkmasına yardımcı oluyor; bu sayede de bebeğinizin doğum sonrası sarılığını hızlı 1 şekilde iyileştiriyorsunuz. Bunun yanında esas sütünüzü yapmak için beyne, memeye, ne kadar uzva varsa mesaj gönderiyorsunuz. Kendimi tekrarlıyorum ama: Hastanedeki o 1-2 günde sakın poponuzun üzerine yatmayın; hazır orda bu işten anlayan (diye umuyorum) doktorlar, hemşireler de varken sorup öğrenebilir, 1 şekilde yanlış yaptığınız 1 şey varsa düzeltebilirsiniz. Misal ben o kadar çalışıp gitmeme rağmen, bebeği yine yalnış tutuyormuşum; çalışmadığım yerden sordu hoca yani anlayacağınız (bebeği yalnış tutmak da ne demek derseniz kısaca şöyle özetleyeyim: bebekle karınlarınız birbirine değecek ve bebeğin burnunu göğüs ucunuza hizalayacaksınız-ama siz bu bilgiyle yetinmeyin mutlaka ama mutlaka bir kitaptan okuyun ya da bir derse kaydolun).

Ama bu kadarla bitmedi bizim meme maratonu. Hastaneden çıktığımda göğüslerim hala kaç çocuk doğurduğuma karar verememiş olacak ki hala süt üretmekte ve bizim bebeğin işini baya 1 zorlaştırmaktaydı. Afedersiniz göğüslerim taştan halliceydi. Tabi ben ağlıyorum bu işi beceremedim galiba, napıcam diye. Ders notlarına dönüyorum, kitaplari tekrar inceliyorum, interneti talan ediyorum; tabi 1 yandan da ağlıyorum. Ama pes etmek yok! İşte işin en önemli sırrı bu inanın: kafaya takık olmak! Farz edin ki bu hazır anne sütü mamaları yok ve siz bu bebeği emziremezseniz acından ölecek. İşte o zaman memeniz kanasa da, taşlaşsa da, tıkansa da uğraşmaya devam ediyorsunuz. Ben de öyle 2-3 gün daha ağlamaklı filan devam ettim. Ha sonra düzeldi mi sanıyorsunuz? Hayır. Ondan sonra da yaklaşık 2 aydır hala başka başka sıkıntılarla uğraşıyorum. Kısacası hayatımın bu süreçteki özeti şöyle: sağ mememe bıdı bıdı oldu, sol mememe bıdı bıdı oldu; sağ memem düzeldi, sol memem düzeldisağ mememe dıbı dıbı oldu bu sefer, sol mememe dıbı dıbı oldu; sağ memem düzeldi, sol memem düzeldi; sağ meme, sol meme; sağ meme, sol meme... Bilmem kaç kere tekrar!

Hayır gözünüzü korkutmak için anlatmadım bunları. Sadece normal olduğunu bilin, beklentilerinizi ona göre ayarlayın ve bebeğinizi emzirmek için kafaya takık olun diye paylaştım. Anne sütünün faydalarını her geçen gün tıp camiası keşfediyor; bebeğinizin bir ömür boyu çakı gibi olması (yani güçlü 1 bağışıklık sistemine sahip olması) için bu maratonda çabalamaya değer. Pes etmeyin. Bilerek çıkarsanız yola, yalnız olmadığınızı hatırlayarak, dayanmaya ve çözüm aramaya devam ediyorsunuz. 

"Amaan benim anam danam yanımda, onlar anlatırlar" bana deyip de küçümsemeyin bu işi. 1 kere ananız dananız sizi emzirmesinin üzerinden şekilde göruldüğü gibi en az sizin yaşınız kadar zaman geçirmiş. Yaşı size yakın olanlar da tutuşu filan unutmuş olabilir. Çünkü gittikçe doğallaşıyor emzirmek ve "İşte bebek kendiliğinden tutuveriyor memeyi" diye hatırlayabilirler aylaaaar yıllaaar önce uğraştıkları sorunları. 

La Leche League International (LLLI) bu konuda ulaşabileceğiniz en son bilgileri sunuyor. Her ay toplantıları oluyor. Bazen orda toplantıyı yönlendiren kişi emzirmeyle ilgili seminer de veriyor. Eğer LLLI'dan veya başka bir organizasyondan ders alamıyorsanız bu konuda bir kitap okumanızı öneriyorum. Şöyle güzel 2 seçenek var: LLLI'nin Emzirme Sanatı, Kathleen Huggins'dan The Nursing Mother's Companion. İnternetten de 1 çok sorunuza cevap bulabilirsiniz, özellikle 1 gece yarısı nedenini bilmediğiniz 1 dertten hem siz hem bebeğiniz muzdarip olduğu sıra. (http://www.lllturkiye.orghttp://www.llli.orghttp://kellymom.com) Unutmayın bu meme maratonunda yalnız değilsiniz: utanmayın emziren arkadaşlarınıza akıl danışın; emzirme için bedava bilgi sunan, seminerler veren LLLI'e gidin; hiç olmadı internet forumlarına takılın. Şimdiden kolay gelsin dostlar; dilerim sizin memeler benimkilerden daha dirayetli çıkarlar. 

İlaveten bir son not: Aklınızda bulunsun ilk zamanlar için Lansinoh krem göğüs uçları için baya imdada yetişiyor. Üstelik bebeğin emmesinde de bir sakınca yok. 

Wednesday, November 20, 2013

İyi 1 Başlangıç İçin Normal Doğum

Doğum dersi bünyemi alt üst etti. "Amaan taş devrinde bile doğuruyormuş kadınlar, ben mi doğuramayacağım" düşüncesinin 1 hayal olduğu yüzüme tokat gibi çaaat çaaat diye vuruldu derste. Doğurduktan sonra öğrendim ki meğer doğum sırasında her 8 kadından 1i ölüyormuş taş devrinde. Geriye yine milyarlarca kadın kalmış gerçi. Her neyse, çok şükür ben de şimdilik geriye kalan milyarların içindeyim. Geçirdiğim zorlu da olsa doğum deneyimimden sonra şimdi herkese şiddetle normal doğumu öneriyorum. Hem ertesi gün anne kendine geliyor ve esas ondan hemen sonra başlayan emzirme maratonuna hali oluyor hem de bebeğin bağışıklık sistemi doğum kanalından geçince daha güçleniyor.

Tamam tamam her şey tos pembe değil normal doğumda itiraf ediyorum. Kan, vahşet, bok püsür, ağrı, sızı, gözyaşı var. Ama sonu güzel bitiyor bu hikayenin de. "Olmaz olmaaaz bu iş olamaaaaz" derken iğne deliğinden çıkarıveriyorsunuz karpuzu. Hem de size ait, eciş büçüş, çirkin ama size hep dünyadaki en güzeliymiş gibi görünecek karpuzu. Haydi şimdi anlatayım bizim doğum komedilerimizi. 

Hamileliğimin 40. haftasında da bizim bebek hala doğmamıştı. Ben "Bizimki yerini sevdi herhalde çıkmayacak oradan" diyordum ki beklenen doğum tarihinden 2 gün sonra sancım başladı --- Bu arada beklenen doğum tarihi sürme yalan 1 şeymiş. Bebekler o tarihten 2 hafta önce veya 2 hafta sonra herhangi 1 tarih, kafalarına estiği sıra doğabilirlermiş. Bu tarih biz ebeveyn adaylarına 1 aylık 1 zaman dilimi verip kafayı yedirmemek için olabilir mesela. Evet, kaldığımız yerden devam. --- Böyle gece uykumda tatlı tatlı 1 kasılıyorum. Derken bu tatlılık tadundan yenmez kıvama geldi, artık yatağımda uzanamaz oldum. Ayağa kalkmamla suyum geldi. Biliyorum 1 kısmınız gözünüzde kova kova sular dökülüyor, şelaleler çağıldıyor sanabilir bunu (ah o Türk filmleri yok mu; hep her şeyde kandırdı bizi). O kadar da değil ama yuh artık! Öyle ki ben "Ay noluyooo altıma mı işedim ohaa artık!" diye banyoya koştum. Jeton sonradan sancıların şiddeti ve sıklığı arttıkça düşüyor. Doktorumu aradım hastaneye kontrole gitmemi söyledi. Velhasıl doğumhanede başlıyor esas gösteri. İşte doğum dersinden aldığım bütün taktikleri deniyorum; epidural bile almamışım "azimle s.çan taşı bile deler" gazıyla. Gel zaman git zaman benim doğum yeteri kadar hızla ilerlemiyor diye suni sancı verdiler. Bu terimle de hayal gücünüz çalışmaya başladı mı? Ben mesela yine o filmler sağolsun elektrikle şok mok veriyorlar sandım; tabi o yüzden donuma dolduruyorum. Ama altı üstü serumla doğum hormonu veriyorlarmış. Yalan söylemeyeceğim doğumun en zor kısmı oydu; en son itme kısmı değil. Suni sancıya dayanamayıp, yani gözlerimden yaşlar boşanarak ve 1 nevi anırarak, epidural istedim. İyi geldi!.. 1-2 saat sızmışım. Sonra hemşirenin tanımlamasıyla bir ıkınma isteğiyle uyandım. Sonra 2saatin sonunda bebeğin doğumuyla benim de ağrım bıçak gibi kesildi. O ıkınma sırasındaki his de tam olarak bir ağrı gibi değil aslına bakarsanız. İşte yoğun 1 itme isteği ve baskı diyebilirim. Bebek değil siz doğuyorsunuz sanki o an!! Hayatımda o anda olduğumu, yaşadığımı ve sadece o anı doya doya yaşadığımı, varlığımı hissettiğim çok nadir anlardan 1iydi doğum anı! İnanin ki sırf bu deneyim için bile 21 saat sancıya yine olsa yine katlanırım. 

Bebek doğar doğmaz hem annede süt gelişini hızlandırmak için hem bebek belki emmeye çalışır diye, bebeği yıkamadan, temizlemeden, giydirmeden hemen annenin göğsünün üzerine koyuyorlar burda (benim dünyanın hangi köşesinde yaşadığımı bilmeyenler için: Boston). Yine tarifsiz bir an! Her ne kadar bebek henüz emecek durumda olmasa da memeyi bile tutturmaya çalışıyorlar. Çünkü doğar doğmaz bebek bir nevi uyanık oluyor. Sonrasında kendini toparlamak için baya bir uyuyor zavallım. Bizim kız doğar doğmaz dünyaya tavrını benim üzerime kaka yaparak koydu: "Sıçarım lan böyle işin içine. Şurda kaç saattir çektiğim eziyete bak. Kızdırmayın kafamı sonra hepinizin üzerine sırayla sıçarıım. Heeeyt beee!!!"

Ama ağrısı, sızısı, boku püsürüne rağmen, normal doğumdan korkmayın. Fazla büyütüyorlar gözümüzde. Çok pardon ama kaka yapmak gibi doğal! Ikına ıkına çıkartıyorsunuz 2sini de. Ha normal doğumun dezavanatjı yok mu diye sorarsanız: biraz uzun sürüyor evet. Ama zaman karşılaştırması yapacaksak, sezeryana da sonrasındaki 2 haftalık iyileşme süresini eklemeliyiz. Bir de dezavantaj sayılmaz bence ama sizi 9 ay takip etmiş olan doktor değil de1 başka doktor doğurtabilir. Eee nolmuş yani? Her 2si de aynı eğitimden geçiyor ve sizin gibi 100lercesini doğurtuyor; tasaya ya da doktorunuza bu kadar bağlanmanıza gerek yok.

Normal doğumla ilgili kendinizi bilgilendirin; mümkünse 1 ders alın ya da internet dolu doluuuu bilgiyle (misal: http://www.gebelik.org/dosyalar/normaldogum/nsd.html). Amerika'da her yıl 100,000lerce kadın bu yolla ve sağlıklı bebekler doğuruyor; siz de yapabilirsiniz bence. Hadi şimdi 1 gaz doktorunuza daha en baştan kesin normal doğum istediğinizi söyleyin. Dilerim doğumdan sonra hayır dualarınızı alacağım, küfürlerinizi değil! Şimdiden bol şans, her ne kadar ihtiyacınız olmayacaksa da... 

Hamilelik 9 Aylık 1 Prenseslik

Periyodundan bir gün sonra bir heyecanla "ay oldu mu dersin Behçet" sorusunun cevabını aldığı an bir annenin en mutlu anlarından biri. Çağımızın pek dahiyane buluşu (?!) gebelik testi plastik çubuğu önce paketinden çıkarır, içini bir güzel okur anne aday adayı. Velhasıl bu kadar okumaya atomu da bölerim diye düşünürken, oturup üstüne işersiniz bu plastik çubuğun. Derken yavaş yavaş çizgiler çıkar. 2 çizgiyse hamilesinizdir. Allaaaaah be! O anda insan bir şaşkına dönmüyor mu? "Ay napsam ki şimdi!" diye kendinizi tuvaletten dışarı atıyorsunuz. En eğlenceli kısmı da bu haberi eşinize vermek. O andan itibaren 9 aylık 1 prenseslik süreci başlıyor. Sadece eşiniz de değil üstelik, bütün akrabalarınız, arkadaşlarınız, hatta sokakta tanımadığınız insanlar bile sizin önünüzde el pençe divan. "Ülen insanlığın benim doğurduğum bebeğe bu kadar ihtiyaci var demek, vay anasını" diye şişip duruyorsun tabi sen. Halbuki onlar seni bekleyen zorluklar için önden moral deposu yapıyormuş senin haberin yok. Markette kapını mı açanlar, sokakta sana gülümseyenler mi, eş dost yemeğe çıkaranlar mı; vur patlasın çal oynasın yani. Artık sen hayal gücünü zorla.  Tabi o 9 ay boyunca sen hep aklından "Ne güzel işmiş bu; ben iyisi mi hep hamile kalayım" diye geçiriyorsun. 

İlk 3 ay en sevimsizi. Hem karnın yok ki bu dış dünyanin sonsuz ilgisinin tadını çıkarasın; hem de ya miden bulanıyor ya da yorgunluktan sağda solda uyukluyorsun. 3 ay diyorlar da o kadar da değil aslında; teknik olarak 2 ay. Ben yorgunluktan bitap geçirdim bu süreci; bulduğum her an uyuyordum. Öyle ki uyku ve uyanıklık döngüsünü değiştirip 13 saat uyuduğum günü bilirim (tabi ben bunu yapabilecek şansa sahiptim). Bu 2 aylık süreçte pek moralinizi bozmayın kusuyorum, uyuyorum diye. John Medina'ya göre bebeğin sakinliğe ve sükunete ihtiyaç duyduğu en önemli zamanlar olduğundan böyle geçiyor bu aylar. Bebeğin beyninin oluşumundan dolayı biraz kafasını dinlemeye ihtiyaci varmış. O yüzden annenin dış dünyayla olan bağlantısının fişini çekiyor bebek bu 2 ay. Bunun detaylı güzel açıklamasını okumak isterseniz ben sahneden çekileyim siz Medina'nin Brain Rules for Babies'ini okuyun. (http://brainrules.net/brain-rules-for-baby)

3 aydan sonra keyifli zamanlar başlıyor. Hem size 1 enerji geliyor - tutabilene aşk olsun. Sokak sokak gezesiniz var. Hem de yavaş yavaş karnınız büyümeye başlıyor. Hele de benim gibi şanslıysanız eşiniz de bu ara sizi pek şımartıyor. Bu ara stresli bir tek süreç var. O da DNA testleri. 1 milyonda 1 çıkacak 1 ihtimal için kan, ter, gözyaşı döküyorsunuz. Olmaz olmaz gelir bana olursa diye kabuslar görüyorsunuz. Şaka değil ben o ara kan revan içinde bebek doğuruyordum kabuslarımda. İnanın ki asıl doğumum bile bu kadar kanlı geçmedi. 

Bu andan başlamak üzere hamilelikte yapmanız gereken en önemli şey: tadını çıkartmak. Elinizden geldiğince kendinizi mutlu etmek, stresten uzak durmak. Sebep: yine bakınız John Medina'nın kitabi. Ara ara kendinize kadın sabah programlarında olduğu gibi "ne kadar şanslı olduğunuzu ve mutlu olmak için elinizde binlerce sebep olduğunu" hatırlatın. Diliyorum ki siz de benim gibi sevdiğiniz ve sevildiğinizi bildiğiniz birinden isteyerek bebek sahibi oluyor durumda olasınız. Eh bu bile kendi başına mutlu olmanıza yetecek bir şey, değil mi? Şimdi içinizde "Kızııım benim iş çok stresli yaaa, öyle dediğin gibi toz pembe değil bizde her şey" diyeni vardır eminim. Haklısınız. Herkesin derdi neşesi kendine. "En uzağa ben gittim, en çabuk da ben döndüm" diye sidik yarıştıracak değilim. İşte eninde sonunda sizin bakış açınıza kalıyorsa diye benden söylemesi. 

Aman diyim ha "2 kişi için yiyorsun sen" diye size gazı veren, sizi çok seven annenizin tuzağına düşmeyin. Hamilelikte ekstra ihtiyaç olan kalori 500müş: 1 bardak az yağlı süt ve 2 3 adet bisküvi yani. O aldığınız kilolari vermekten değil bu uyarım: doğumunuz kolay olsun diye. Ama 2 kişi için şöyle yiyorsunuz: besin değerleri yüksek şeylerle beslenin. Hayır sanmayın ki yine bebeğinize 1 şey olacak aksi takdirde. Bebekler bedenimizdeki en iyi parazitlermiş: onlar kendi ihtiyaçlarını sizden söke söke alırlar; olan sizin dökülen dişlerinize olur. O yüzden hamilelik süresince ve hatta hamile kalmadan öncesinden başlayarak vitamin kullanın. Hem bebeğinizin beyin gelişimi hem sizin güzel dişleriniz için. Bir de tabi 2 kişilik beslendiğiniz bebek gelişimini olumsuz etkileyen maddeler var: alkol, sigara, uyuşturucu gibi. Aklın yolu 1 ama kendini ve bebeğini denek olarak kullanıp her gün 1 kadeh şarap içip doğacak bebeğine hiç bir şey olmayacağına inanan bir annenin yazısına denk gelmiştim bir gün bir dergide. Bende böyle bir şeyi deneyebilecek g.t yok. Sebebiyse olası şu senaryo: "Aaa sizin bebeğin dalağı yok." "Nasıl yani?" "Şarap aldı götürdüüüü, satamadı getirdiii." Onun dışında normal yemenize içmenize devam edin, bu zamana kadar beklediyseniz (hani onca sinir bozucu hastalığı buna bağlıyorlar ya) artık yediğiniz makarnayı pilavi 1 tabak fazla sebze ve meyveyle değiştirin. Bakmayın tabi böyle dediğime. Ben Türkiye hasretinden annemin geldiği hamileliğimin 3. ayına denk gelen zamanda 4 kilo aldım. Zaten bütün hamilelikte 15 kilo almıştım. Bu arada hamilelikte esas son zamanlarda kilo alınır. Düşünün artık ben o 3. ayda ne yediysem. Her gün 1 oturuşta toptan 1 danayı tek başıma yedim herhalde. 

Hamilelikte yapabilceğiniz en kolay ve faydalı diğer şey de bol bol hareket etmek. Hadi bizim kültürümüzde yok sırtımıza çantamızı takalım bu hafta sonu haydi bir Ağrı dağına tırmanalım ya da koşuya gidelim filan. Ama yine de yürümeyi seviyoruz. Şöyle bir sahil boyunca ya da alişveriş cenneti her şehrin turistik sokaklarında boydan boya yürüyün. Ama öyle kanı gibi değil de arkanızdan atlı kovalarmış gibi yürüyün  En iyisi hamile olmayan ve amacı spor yapmak olan birini yanınıza alın. Onun yürüyüş temposuna kendinizi ayarlamak için çabalarken baya bir form tutarsınız. 

Hamilelikte bebeğiniz, kendiniz ve hatta eşiniz için yapabileceğiniz en büyük iyilikse hamilelik sırasında gideceğiniz 2 derstir (ya da bu konuda kendinizi 1 şekilde eğitmektir). Bunlar: doğum ve emzirme dersleri. Her 2si de hem sizin, hem bebeğinizin, hem eşinizin oldukça büyük bir zamanını ve enerjisini çatır çatıııır yiyecektir. Eğer benimki gibi modern, sevgi dolu, yardımcı ve aslan yürekli bir eşiniz varsa mutlaka bu 2 derse de eşinizle gidin. "Hayır benim emzirme dersinde ne işim olacak, bari ona gelmeyeyim" diye bir anlık bir tepki verebilirler. Ama biz gördük ki en çok eşinizin faydası oluyor emzirme uğraşlarında ve bilinçli bir babanın bebeğe daha çok yardımı dokunuyor tabiki de. Doğum dersinde bu işin pek de kolay olmadığını gördüm ben. "Amaaaan bunca yıldır milyarlarca kadın yapmış ben de yaparım" diye girdim derse. Çıktığımda 2 hafta kendime gelemedim "Nasıl yapçem ben ya bu işi" diye. Bir de hayatımda ilk defa videodan da olsa bir doğum izledim. Bazen cehalet en büyük özgürlük diye düşünüp bu dersten koşa koşa kaçmak istedim. Ama çok komik anlar yaşanıyor bu derste. Sırf onun deneyimi için bile gidilir. Mesela karnı burnunda 10 kadın doğum videosunu izleyince hormonların ve mesaneye basan bebeğin etkisiyle kendini koyuverir, videodaki kadın doğurduğu an ağlamaya başlarlar. Yanlarına da bir kaç eş de katılınca sulu gözlerle pek sevimli bir sahne oluyor. İçiniz kaynıyor, ne yalan söyleyeyim dünyaya umutla bakmaya başlıyorsunuz. Bu gazla dünya barışına bile inanıp politikaya girersiniz o denli yani. Bir diğer komik an da da emzirme dersinde eğitimi veren kadın "Uygulamalı dersimize hoşgeldiniz" dediğinde kocanıza bakamamanızdır.  İçinizden "Ah iyi b.k yedim kocamı buraya elalemin memesini göstermeye getirdim" diye geçiriyorsunuz; kendinize etmediğiniz küfür kalmıyor. "Hadi bir de işin kötü tarafı bu yaşlı kadının memesini görüp de iyice memeden soğutursam onu allaaaahh o zaman işim iş! Tüüü rezilim reziiiil." Ama korkuya mahal yok; ortalıkta yapma bir meme dolanıyor. Gerçi her yerin dersi farklıdır da bizim uygulama mememiz insani herhangi bir uzva bile benzemiyordu. Bu arada en iyi emzirme desteğini La Leche League'den alabilirsiniz. (http://www.lllturkiye.orgAyrıca web sitelerinde de baya içerikli bilgi bulabilirsiniz emzirmeyle ilgili bir kriz anınızda. (http://www.llli.org)

İşte böyle bir o ders bir bu aş erme derken 9 ay geçiveriyor. Tadını çıkartın bence. Sona dogru "Nasıl çıkaracağım iğne deliğinden karpuzu ben" diye karabasanlar basıyor tepenize. O kısmını da anlatacağım elbet. Spoiler olmasın da karpuz iğne deliğinden çıkar mı çıkıyor hakkaten - hani hikayenin sonunu bilmiyorduysanız. 

Tuesday, November 19, 2013

Gündelik Günlüğün Niyeti

Her şey bir yumurtayla bir spermin iş çıkışında Güvenpark'taki dolambaçlı dolmuş kuyruğuna koşa koşa yetiştikleri bir gün başlar. Kalabalık, gürültü patırtı içinde bu 2si aynı dolmuşta yanyana otururlar. Şans buya ilk görüşte aşktır aralarındaki. Kızın aklı 5 karış havada, filmlerdeki gibi sanıyor aşkı; oğlanınsa işi zor, evrime karşı savaşıyor, kendi gibi binlercesinin arasından sıyrılmak için debeleniyor. Bakışmaya koklaşmaya kalmadan olan olur, niyeyse kalabalıktan mı koşuşturmadan mı bu 2si yapışıp kalırlar birbirlerine. Yumurta bölünmeye çarpılmaya başlar. "Ne yedim ben dün gece yahu, bu neyin gazı?" derken 2 3 hafta geçmiştir. Spermle yumurta artık birleşmiş, dünyaya da birlikteliklerini resmen ilan etmişlerdir. Oh onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine!

Dışarda ise hava günlük güneşliktir. Özellikle hamileliği isteyen anne için; ömrü billah belki bir gün bir bebek olursa diye eziyet gibi çektiği mens dönemlerine bir devre arası verilmiştir. "Oh be kan revandan kurtuldum" diye düşünür yazıııık saf. Ama bilmez ki 9 ay içinde biriktirecektir o kanı ve bir tarafında patlayacaktır bebeğini iterken.

Böyle başlar yolculuk. Uzundur, meşakkatlidir, ama bir b.k vardır ki yüzyillarca yıldır bir çok kadın bilerek ve isteyerek ve hatta tekrar tekrar çıkarlar bu yolculuğa. Bu yolculukta bir varış yeri de yoktur üstelik. Bodoslamadır. İşte bütün tadı da ondandır. Her Allah'ın günü "Ülen bugün neyi doğru yapabileceğim acaba," ya da "Bu yaptığım 30 sene sonra bebeğimin bir tarafından cortlamaz inşallah! Haydi kısmet!" diye diye geçirdiğin bir yolculuktur.

Bu yolculukta benim de karşılaştığım, cevabını aradığım, çogu zaman da bulamadığım soruların devinmesi ya da kabaca debelenmesi için var bu online günlük de. Bu sorulara yeri gelince nseye-tokat-göte-şaplak yapabilmek için. Ama yine de bir sonuca varamasa da işleyen demir (belki bir gün) ışıldar diye debelenip duran annelik kasını çalıştırmak için. Hep beraber bu yolculuğa çıkabilmek için de işte böyle halka açık, açık seçik şekilde ve ulu orta yerde bu günlük. Üstelik de hiç utanmadan!

"Seyahetinizde GundelikAnnelik'i seçtiğiniz için teşekkür eder, iyi yolculuklar dileriz."